Sakın içindeki o amansız sürgünden bahsetme tüm hayatım ellerimin arasından kayıp giderken bana. Bahsetme o büyük yalnızlığından....Seni bütün kayıplarınla, intiharlarınla, vazgeçişlerinle, savruluşlarınla, ruhunun sürgünlerine yaptığın bitmeyen yolculuklarınla sevdim ben senin içindeki o yakıcı yokluğu sevdim. İçindeki o sonsuz boşluğu, o özlediğim benliğini sevdim. Sen hiç senden mahrum kalmadın sevgilim. Aşkımız gözlerinden silinip gidiyor. İçindeki okyanusların sularını taşıran unutuluş rüzgarları, adımı fısıldıyor yaşamın kıyılarına. Yavaş yavaş eskiyor gözlerim gözlerinde, tenim teninde, adım dudaklarında... Yavaş yavaş siliniyorum hayatın içinden.. Yokluğunun ürperten rüzgarlarında savrulup duran o sahipsiz uçurtmayım artık.
Yaşarım sandım. Her şeye ve hayata rağmen... Karanlıklara karışırım; sonra nasılsa hep sabah olur. Geçip gider sandım herşey. Geçip gider yaşadıklarım, öldüklerim... İyiliklerim ve o en çok da kendimi acıtan kötülüklerim... Hepsi geride kalır ve ben her sabah aşkınla yeniden doğarım. Oysa şimdi, ne kadar da iyi anlıyorum, geçmişin uçurumlarına ittiğimiz o anlar hiç kaybolmuyormuş. Hep bir gölge gibi takipteymiş arkamızda. Aldığımız her solukta içimize çektiğimiz o hayat, DÜN ,dünden bir türlü kopamıyormuş.
Ve sonra hayat bitti, aşkın başladı. Şimdi ne kadar da iyi anlıyorum; sana aşık olmak seni kaybetmekmiş... Bu aşkın seslendiği her yere gitmek, her kapıyı çalmak, her evde uyumak, o parça parça hayatını sokak sokak solumak, İSTANBUL olmak o sonsuz şefkatine sığınıp çocuğun olmak sen o bencil ikilemlerinde savrulurken dört duvar ve bir yalnızlıktan ibaret, rutubetli bir evde unuttuğun olmak, bir gün yeniden hatırladığın ama yokluğunla geçen gecelerin yaralarını ne yapsan da bir türlü yüreğinden silemediğin olmak, bir gün terk ettiğin ertesi gün tanrı gibi taptığın olmak, hayatını paylaştığın, ekmeğini paylaştığın kalemini, şiirlerini, sözlerini paylaştığın olmak, hesaplaştığın, kimi zaman kaçtığın, sıkıldığın, boğulduğun ama vazgeçemediğin olmak birlikte çocuklaştığın, birlikte büyüdüğün, birlikte yavaş yavaş öldüğün olmak, kendinle konuşur gibi konuşup, kendine sarılır gibi sarıldığın, kendini öldürür gibi öldürdüğün olmak, hepsi bir gün hepsi seni kaybetmekmiş... Hayat seni kaybetmekmiş aslında. Adına kader dedikleri, içinde hapsolduğumuz, ne akışını, ne sonunu, nede bize biçilen rolleri bir türlü değiştiremediğimiz o acımasız öyküde, benim rolüm seni hep kaybetmekmiş sevgilim...
Şimdi kusursuz bir aşk romanının kaybetmeye mahkum kahramanı gibiyim. Sonu başından belli bir kaybediş romanı... Çaresizce çırpınıyorum bu aşkın kaderini değiştirebilmek için. Oysa çocuksu umutlarım ve ardından gelen kaçınılmaz yıkımlarım yalnızca renk ve heyecan katabiliyor bu öyküye. Sürükleyicilik katıyor. Ama okuyan herkes biliyor bunun bir kaybediş hikayesi olduğunu. Bir tek ben inanmak istemiyorum. Sense bir yanınla öykünün, bir yanınla dışarıdaki hayatın içindesin. Kopamamışsın sokaktan... Ara sıra başka öykülere karışmak, başka öykülerin kahramanı olmak, sen benden kaybolmak istiyorsun. Bunun adına da “ ÖZGÜRLÜK “ diyorsun..
Söylesene, sence ben neden vazgeçtim, hayatın tatlı şurubundan o çileksi tadından, o gelgeç kokusundan? Neden vazgeçtim yaşamaktan? Neden silahsız neferi oldum bu aşkın? Neden hep savunmasını ben verdim? Neden bir öyküye hapsettim kendimi? Şimdi aldığım her dem seni benden biraz daha uzaklaştırırken neden nefes almak istemiyorum. Seni benden çalan o hayatı neden istemiyorum?
Gerçekliğin içinde kaybolmuş bir hayalden farksızım artık. Aşkım yalnız sözcüklerinde, aşkım yalnız sevgine batırarak yazdığın öykülerinde soluk alabiliyor. Bense karıştırıyorum öykülerinle o bir türlü parçası olamadığın gerçekliği. Öykülerindeki sevdana inanıyorum; öykülerindeki aşkımıza ağlıyorum. Aşkın beni çocukluğuma götürüyor. Öykülerinde yarattığın imgelerle büyülediğin hayat, o imgelerin içinde kendini bulan ve yazgısını seninle birleştirmeye hazır insanlar, her an başka bir aşka kapılıp beni yine o dört duvar ve bir yalnızlıktan ibaret, rutubetli evimde geri dönüşü olmayan bir yalnızlığa terk etme ihtimalin, beni o savunmasız çocukluğuma geri götürüyor; beni hayatın dengeleri içinde kendine bir yer bulabilmesi imkansız bir roman kahramanı yapıyor.
Beni gerçekliğin içinde sevemeyeceksen sevgilim ne olur içine al. Hayatımdan çekilmek ve ömrümü sana vermek istiyorum. Ömrünü senin yaşamını, senin içinde kaybolmayı, yalnız ama yalnız “ sen “ olmak istiyorum artık. O karanlık ruhuna, o büyük yalnızlığına, o senin çocukluğunda terk eden ve dönüp içine her baktığında, boşluğunda yeniden ve hep yeniden kaybolduğun benliğine al beni. O kendinden sürgün kendine al... Yeter ki bu aşkım yavaş yavaş silinmesin gözlerinden. İSTANBUL üzerinde kaybolan bir gök kuşağı gibi...