25 Nisan 2009 Cumartesi

BİLİYORUM KONUŞACAK BİR ŞEYİMİZ KALMADI… By Atilim ALTUN

Biliyorum konuşacak bir şeyimiz kalmadı, paylaşacak hiç bir şeyimiz yok.
Yine de yüreğimden gücümün yettiği yere kadar sana sesleniyorum,
seninle konuşuyorum... Bugün sana olan kırgınlığımı rafa kaldırdım,
sevgimi aldım avuçlarımın arasına, ona sığınıyorum... Cümlelerimi kısalttım,
kelimelerim buruk, gülüşlerim istenmeyen dudaklarımda...

Bir ihtimal gelişine sığındığımı fark ettiysem de, engel olamadım gurursuz
ama umutlu hasretine... Bugün gönlümü hoş tutmak istiyorum,
imkansız olan her rüyaya inanasım geliyor... Bir çocuk gibi
isteklerimi bastıramıyorum... Çalmayan telefonuma elim gidiyor,
sana halen bende olduğunu ısrarla yazmaya çalışıyorum... Bende olan seni,
hiç kırmadım, değiştirmedim ve hep korudum desem de, sendeki benin
nasıl olduğunu, gülüp gülmediğini anlamsız bir sıkıntıyla merak ediyorum...

İçimdeki güzelliğine inanıp inanmamanı artık umursamıyorum!
Üşüyorum, bu üşüme yalnızlığımdan geliyor ve sarıyor her tarafımı...
Tutunabileceğim hiçbir güzellik yok, hatırlamaktan usanmayacağım
anılarım dışında... Isınabilmek için onlara sarılıyorum...
Anlamsız ve cevapsız sorular hınzırca sırıtıyor, ben görmemeye
çalışıyorum... Düşler uzak gibi görünüyordu ama yakındı...

Belki de görmeyi istemek gerekiyordu... Gözlerini aç desem kapatacaksın
ama kapatma gözlerini! Kendime bir demet papatya aldım ama bakmadım
falıma... Gözlerimi gelişlere verdim, gözlerimdeki hüzün bile seni özlemiş
itiraf etti sonunda... Düşüncelerim gururlu, hayallerim ve sevdam değil...
Gelseydin, kendimi unutup sana koşacaktım, susturacaktım içimdeki isyanı,
kavgaların ortasında bir güneş gibi doğup ısıtacaktım yüreğini,
sevinçten ağlayacaktım bu defa, mutluyken hemen sarhoş olmuşum gibi,
dokunacaktım, sarılacaktım. Ama gelmedin, gelemezdin belki de gelmeye de
hiç niyetin yoktu aslında... Kendimi kandırdığımı anladığımda ağlıyordum...

Eskiden kimi şarkıların ne kadar anlamlı olduğunu düşünürken, şimdi
ayrılığın ardından çalınan her şarkı umutsuzluğumu ve sevgimi anlatıyormuş
gibi geliyor... Sevdiğim ne çok şarkı varmış, bunu senin gidişin gösterdi bana...
Her şarkıda sen varsın, her yerde, her gördüğüm insanda, denizde,
gecede, uykumda... Nasıl beceriyorsun her yerde olabilmeyi...
Bu bir marifetse eğer, neden benim yanımda değilsin ki?
Gözyaşlarım asilliğini yitiriyor ve yenik düşüyorum sevdana...

Gittin! Belki de hiç gelmemiştin ben, geldiğini sandım... Ayak uyduramadım
yorgunluğuna... Dudaklarına düşlerindeki öpüşü konduramadım...

Kimi zaman bir çocuk oldum gülüşlerinde şımaran, kimi zaman bir kadın;
dokunuşlarında kendini bulan... Ama! En çok da imkânsızın oldum...

Her gelişimde bir kez daha gönderdiğin oldum... İnanamadığın, Yenemediğin,
üzerinden atlayamadığın korkuların oldum... Ağladığın, bağırdığın ya da
sustuğun isyanın oldum, sessizce boşalan gözyaşların, birikmişliğin oldum...
Yüreğindeki kadın ben olmak isterken yüreğine sığınan ve tozlanacak olan
bir anı oldum... Hak etmediklerin, artık yeter dediklerin ve her şeyin olmak isterken
belki de hiçbir şeyin oldum... Söylesene ben gerçekten senin neyin oldum?
Sesin hep uzakları çağırıyordu, ben üstüme alındım, sana geldim...
Bilseydim, bana ait olmayan bir seslenişi sahiplenir miydim?

Şimdi bir mevsimlik aşk kaldı avuçlarımda sadece bir mevsim yaşanan
ama bir ömür gibi gelen aşk... Kalbime henüz söyleyemedim gittiğini,
öğrenirse onun da acı çekmesinden korkuyorum... Seni halen
benimle biliyor ve seviyor ama ben kalbime ilk defa yalan söylüyorum...
Gittin! Sevdamın yokluğuna alışabilirim belki ama sesinin uzak yolların
sonunda olması acıtıyor içimi... Suskunluğun en büyük silahındı,
suskunluğunla vurdun beni asıl acı olan, canımı acıtan unutulmak...

Söylesene unutulmak kime yakışıyor?
Unutan sen olsan da sana bile yakışmıyor...

Merak etme, üstüne giydirmedim bu duyguyu, unutulmayan olmak
sende daha güzel duruyor... Görüyorsun işte, aşk'a ve sana ihanet etmiyorum
ben Benim kırgınlığım aşk'a... Sen üstüne alındın...

Başlığını Lütfen Siz Bulun... Ben Seçemedim By Atilim ALTUN

Sakın içindeki o amansız sürgünden bahsetme tüm hayatım ellerimin arasından kayıp giderken bana. Bahsetme o büyük yalnızlığından....Seni bütün kayıplarınla, intiharlarınla, vazgeçişlerinle, savruluşlarınla, ruhunun sürgünlerine yaptığın bitmeyen yolculuklarınla sevdim ben senin içindeki o yakıcı yokluğu sevdim. İçindeki o sonsuz boşluğu, o özlediğim benliğini sevdim. Sen hiç senden mahrum kalmadın sevgilim. Aşkımız gözlerinden silinip gidiyor. İçindeki okyanusların sularını taşıran unutuluş rüzgarları, adımı fısıldıyor yaşamın kıyılarına. Yavaş yavaş eskiyor gözlerim gözlerinde, tenim teninde, adım dudaklarında... Yavaş yavaş siliniyorum hayatın içinden.. Yokluğunun ürperten rüzgarlarında savrulup duran o sahipsiz uçurtmayım artık.


Yaşarım sandım. Her şeye ve hayata rağmen... Karanlıklara karışırım; sonra nasılsa hep sabah olur. Geçip gider sandım her şey. Geçip gider yaşadıklarım, öldüklerim... İyiliklerim ve o en çok da kendimi acıtan kötülüklerim... Hepsi geride kalır ve ben her sabah aşkınla yeniden doğarım. Oysa şimdi, ne kadar da iyi anlıyorum, geçmişin uçurumlarına ittiğimiz o anlar hiç kaybolmuyormuş. Hep bir gölge gibi takipteymiş arkamızda. Aldığımız her solukta içimize çektiğimiz o hayat, DÜN ,dünden bir türlü kopamıyormuş.

Ve sonra hayat bitti, aşkın başladı. Şimdi ne kadar da iyi anlıyorum; sana aşık olmak seni kaybetmekmiş... Bu aşkın seslendiği her yere gitmek, her kapıyı çalmak, her evde uyumak, o parça parça hayatını sokak sokak solumak, İSTANBUL olmak o sonsuz şefkatine sığınıp çocuğun olmak sen o bencil ikilemlerinde savrulurken dört duvar ve bir yalnızlıktan ibaret, rutubetli bir evde unuttuğun olmak, bir gün yeniden hatırladığın ama yokluğunla geçen gecelerin yaralarını ne yapsan da bir türlü yüreğinden silemediğin olmak, bir gün terk ettiğin ertesi gün tanrı gibi taptığın olmak, hayatını paylaştığın, ekmeğini paylaştığın kalemini, şiirlerini, sözlerini paylaştığın olmak, hesaplaştığın, kimi zaman kaçtığın, sıkıldığın, boğulduğun ama vazgeçemediğin olmak birlikte çocuklaştığın, birlikte büyüdüğün, birlikte yavaş yavaş öldüğün olmak, kendinle konuşur gibi konuşup, kendine sarılır gibi sarıldığın, kendini öldürür gibi öldürdüğün olmak, hepsi bir gün hepsi seni kaybetmekmiş... Hayat seni kaybetmekmiş aslında. Adına kader dedikleri, içinde hapsolduğumuz, ne akışını, ne sonunu, nede bize biçilen rolleri bir türlü değiştiremediğimiz o acımasız öyküde, benim rolüm seni hep kaybetmekmiş sevgilim...

Şimdi kusursuz bir aşk romanının kaybetmeye mahkum kahramanı gibiyim. Sonu başından belli bir kaybediş romanı... Çaresizce çırpınıyorum bu aşkın kaderini değiştirebilmek için. Oysa çocuksu umutlarım ve ardından gelen kaçınılmaz yıkımlarım yalnızca renk ve heyecan katabiliyor bu öyküye. Sürükleyicilik katıyor. Ama okuyan herkes biliyor bunun bir kaybediş hikayesi olduğunu. Bir tek ben inanmak istemiyorum. Sense bir yanınla öykünün, bir yanınla dışarıdaki hayatın içindesin. Kopamamışsın sokaktan... Ara sıra başka öykülere karışmak, başka öykülerin kahramanı olmak, sen benden kaybolmak istiyorsun. Bunun adına da “ ÖZGÜRLÜK “ diyorsun..

Söylesene, sence ben neden vazgeçtim, hayatın tatlı şurubundan o çileksi tadından, o gelgeç kokusundan? Neden vazgeçtim yaşamaktan? Neden silahsız neferi oldum bu aşkın? Neden hep savunmasını ben verdim? Neden bir öyküye hapsettim kendimi? Şimdi aldığım her dem seni benden biraz daha uzaklaştırırken neden nefes almak istemiyorum. Seni benden çalan o hayatı neden istemiyorum?

Gerçekliğin içinde kaybolmuş bir hayalden farksızım artık. Aşkım yalnız sözcüklerinde, aşkım yalnız sevgine batırarak yazdığın öykülerinde soluk alabiliyor. Bense karıştırıyorum öykülerinle o bir türlü parçası olamadığın gerçekliği. Öykülerindeki sevdana inanıyorum; öykülerindeki aşkımıza ağlıyorum. Aşkın beni çocukluğuma götürüyor. Öykülerinde yarattığın imgelerle büyülediğin hayat, o imgelerin içinde kendini bulan ve yazgısını seninle birleştirmeye hazır insanlar, her an başka bir aşka kapılıp beni yine o dört duvar ve bir yalnızlıktan ibaret, rutubetli evimde geri dönüşü olmayan bir yalnızlığa terk etme ihtimalin, beni o savunmasız çocukluğuma geri götürüyor; beni hayatın dengeleri içinde kendine bir yer bulabilmesi imkansız bir roman kahramanı yapıyor.

Beni gerçekliğin içinde sevemeyeceksen sevgilim ne olur içine al. Hayatımdan çekilmek ve ömrümü sana vermek istiyorum. Ömrünü senin yaşamını, senin içinde kaybolmayı, yalnız ama yalnız “ sen “ olmak istiyorum artık. O karanlık ruhuna, o büyük yalnızlığına, o senin çocukluğunda terk eden ve dönüp içine her baktığında, boşluğunda yeniden ve hep yeniden kaybolduğun benliğine al beni. O kendinden sürgün kendine al... Yeter ki bu aşkım yavaş yavaş silinmesin gözlerinden. İSTANBUL üzerinde kaybolan bir gök kuşağı gibi...